Cumartesi, Temmuz 11, 2009

Ahlaki Kapitalizm Emperyalizme Teslim Olurken

Ahlaki Kapitalizm Emperyalizme Teslim Olurken (2001)
Melih Arsun


Türkiye girmiş olduğu krizden bir türlü kurtulamıyor. Ne yaparsa yapsın, tıkanan kapitalizm kendini tamir edemiyor. Peki, gerçekte bu böyle mi? Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin nedenlerini bizler biliyor muyuz? Krizden kimler ne kadar etkilendi?

Uzun süredir ahlaki kapitalizm konusunu kapatmış gözüküyorduk. Kısa bir değinmenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Bunu düşünmemin bir çok sebebi var. Yaşadığımız olaylar, tepkiler, düzeysizlikler... Bugün düşünme zamanı.

Türkiye Ahlaki Kapitalizm sürecine girmeden önce pre-kapitalizm yaşıyor gibiydi. Bu aşamaları Ahlaki Kapitalizm 1-2-3-4’de anlatmıştım. Bugün taşların yerine farklı yerleştiğini görüyorum. 1950’li yıllarla birlikte kentlerin gelişmesiyle birlikte kültürsüz girişimcileri gördük. Bunlara kısaca esnaf diyoruz. Bunlar, yaşadığı düzenin anlamını bile bilmeden, günlük yaşayan ve yatırımcı özelliği olmayan, kapitalizmi geliştirmek bir yana, onun feodal değerlerini ortaya çıkaran bir gruptu. Fakat Türkiye’nin başka seçeneği yoktu. Sermayenin belli bir birikim sağlayabilmesi için, kapitalizm bu köylü kökenli girişimcilerden burjuva yaratmaya koyuldu. Bu kitlenin kültürsüz ve bilinçsiz oluşu, sağ iktidarların tabanını da oluşturdu. İşçi sınıfının oluşmaya başladığı tüm şehirlerde, sosyaldemokrat görünüşlü partiler oy alıp, hatta belediyelerde başarı kazanırken, bu kültürsüzlüğün kentlerinde sağ iktidarlar olabildiğince beslendiler. Türkiye’de 12 Eylül öncesine kadar, koyu devletçilik ve esnaf kapitalizmi gibi bir şey vardı. Büyük burjuvazi olmadığı gibi, aslında burjuvazi ile sıradan vatandaş arasında çok büyük uçurumları oluşturacak hayat standartları da yoktu.

Özal, bu ülkeye büyük burjuvazinin yolunu açtı. Çünkü bu gerekliydi. Ağır sanayi hamlesi 80’li yıllarda önünde hiçbir kural tanımadan yürüdü. Devletin bütün olanakları ve parası bu burjuvazinin oluşturulması için seferber edildi. Kara para ticaretinin içeriğinin henüz aydınlatılamamış olması 15 yıllık savaşın gerçek görüntüsünü bizden saklıyor.

90’lı yılların sonuna kadar yurtdışı sermayesi de çekinik bir şekilde yurt içindeki yerli yatırımcıyla birlikte harekete geçti. 90’lı yılların göz bebeği bankacılık, finanstı. Peşi sıra kurulan bankalar sayesinde ve enflasyonun da gazı ile halkın cebindeki para bir şekilde bu finans kurumlarına aktarıldı. Yine 80’li yılların sonunda İMKB kurumu kurularak bir Borsa faaliyeti baş gösterdi. İçi boş bir kurum olarak büyüyen borsa içinde yaşananları da anlamak için gerçekten uzman olmak gerekiyor. Ben okadar uzman değilim. Ama şukadarını anlayabiliyorum ki, birileri yine halkın cebinde olan bir takım finans metaryallerini bir takım firmaları karlı gösterip, olduğundan yüksek fiyata satarak kendine ortak ediyor ve daha sonra çıkardıkları çeşitli sahte kriz ortamlarıyla bu parayı bir anda iç ediyor. Başka hiçbir ülkenin borsası bu kadar hassas dengeler üzerine kurulmamıştır sanırım. Bu ülkenin son peygamberi olan vazgeçilmez insan, büyük kurtarıcı Ecevit bile sağlık kontrollerine borsa kapandıktan sonra gidiyor. Bu ülkede eğer bir parti kapatılacaksa, Anayasa Mahkemesi Cuma günü saat 17:00 açıklama yapıyor. Kemal Derviş, ekonomik programını bir Cumartesi günü açıklıyor falan.

Son zamanlar dikkatimi çeken bir takım olaylar olmaya başladı. Bildiğimiz duyduğumuz ve biraz da sonradan görme işadamlarımızın çoğu, bu ülkeyi nitelikli dolandırmak suçuyla içeri alınmaya başlandı. Bankalara el koyuldu. Özel sektörün, hatta ve hatta bu sonradan görmelerin cebine gitmiş paralar devlet – kamu güvencesine alınarak, çeşitli vergi yöntemleriyle karşılanmaya başlandı. Yine halkın parası ile borsada ortaklıklar yapan şirketlerin nominal değerleri bir anda düşmeye başladı. Sonra kamunun gözbebeği olan ve zarar etmeyen şirketlerin değerlerinin düştüğünü öğrendik. Öyleki neredeyse bedavaya alıcı bulup, yanında da bir şirket daha verebilecek durumlara kadar düştük. Sonra gazetelerde bu şirketlerle yabancı “yatırımcının” ilgi duyduğunu öğrendik. Bankalarımız yavaş yavaş yabancılara peşkeş çekilmeye başlandı. Mevcut bankalar yabancı sermaye ile ortaklıklar yapmaya başladı. Yine ortaklık şekilnde gözüken bir takım oluşumlarda Türk yatırımcının çekildiğini gördük. En bariz örneği Sabancı TOYOTA ortaklığının sona ermesi.

Ülkemiz sessiz sedasız, emperyalizme satılıyor. Farkında mısınız? Kriz ne kadar derinleşirse ve uzarsa bu süreç o kadar kolay işlemeye başlıyor. Üstelik çok ilgimizi çeken bir takım toplumsal olayların sahne gerisinde oluyor bu olanlar.

Esnaf. Sanırım gözden çıkarıldılar tamamen. Bunu hakkettiler. Artık onlar da devletin karşısında ve hatta emperyalizmin karşısında örgütlenmek zorundalar. Tarihsel rollerinin bittiğini fark etmekte çok geç kaldılar.

Halk. Giderek daha çok yoksullaşacak. Elinde zaten alınacak bir şeyi kalmadı. Bundan sonra herşeyin farkına varmak zorunda olacak ve bunu kendiliğinden olacak.

Biz. Bu konuda gerçekten şüphelerim var. Gerçekten. Biz başka bir ülkede yaşıyor gibiyiz. Bütün sorunları küçücük şeylerin içine hapsedip, başka bir şeyin tartışılmasına izin vermiyoruz. Sol, gerçekten şu an gelişmenin önünde en büyük engel olarak duruyor ve bu haliyle donmuş, geri kalmış bir görüntü çiziyor. Bir çok şeye en başından başlayacağız. En çok da buna üzülüyorum.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home