Ahlaki Kapitalizm - 4
Ahlaki Kapitalizm - 4 (2001)
Melih Arsun
Özellikle Çiller ve ekibinin iktidarda olduğu 1993 ve 1997 arasındaki yıllar yer altı örgütlenmelerinin, çeteleşmenin, silah ve uyuşturucu ticaretinin yoğunlaştığı dönemdir. Bu yıllarda daha önce de belirttiğimiz gibi PKK bölgeye hakim bir görüntü çizmeye başlamış, bölge ile ilgili haberlerin gazete ve televizyondan yayınlanmasına kısıtlamalar getirilmiş, bir anlamda ‘orada’ ne olduğundan kimsenin bilgisinin olmamasına çalışılmıştır. Özel Timin kurulması ve bu timin yaptığı eylemlerin çeşidi konusunda bilgimiz hala sınırlıdır. Bu timin kurucusu ve yöneticisi olarak Susurluk Davasında adı çıkan kişi ve kişilerin ilişkileri karanlıktır. Cem Ersever, Yeşil gibi kişilerin ne adına ve kim için çalışmaya başladıkları ve ne tür faaliyetler sürdürmüş olduğunu çok sınırlı bilgilerle bilebiliyoruz. Bu dönem insanların sokak ortasında kolaylıkla öldürülebildiği, kaçırılıp, ortadan kaldırıldığı, ve bir daha haber alınamadığı, çete ve örgütlerin bir takım olaylar çıkardığı bir dönem. 1995 Gazi Mahallesi olayları...
Kişiliğini ve yapısını bildiğimiz Abdullah Çatlı’nın bu kez elinde resmi evraklarla ortada dolaştığına şahit oluyoruz. Adamcağız, hepimiz gibi bir aile kuruyor. Herkes gibi arkadaşlarının düğünlerine katılıyor. Sevgili ediniyor. Belinde silahı ile, olmadık yerlerde ateş ediyor. Halk ayaklanması çıkarıyor... Bu kilit isim simgesel de olsa Türkiye’deki kapitalizmin şeklini değiştirmiştir. Abdullah Çatlı dönemi ki bu 1977 ce 1996 arasını kapsar, bizim için çok karanlık bir dönemdir. Bugün bu dönemi ortaya çıkaracak bir adam, bir gazeteci aranmaktadır. Doğan Medya Grubuna bağlı bir takım popüler kişiliklerin konuya ait yazdığı kitaplar konuyu ortaya sermektense, bir anlamda gizlemeye ve şekil değiştirmeye yöneliktir. Konu hakkında sivri laflar edenler de ya duyurulmamakta ya da yeterince konuşturulmamaktadır. Örneğin çok iyi bir haberci görünümündeki Ali Kırca, Siyaset Meydanı adlı programında bu konuları incelemiş, ama, gerçeklerin ortaya dökülmesine yönelik konuşmalar ortaya çıktığında müdahalelerle konuşanları susturmuştur. Örneğin Talat Turhan’ı yeterince konuşturmamıştır. Programa çağrılan kişilerin büyük bölümünün bu çıkar ilişkilerinin içinde olmadığının öncelikle kanıtlanması gerekmektedir.
Yine bu dönemde ismi geçen kişiliklerin MHP bağlantısı ortadayken ve o kültürün içinde yetişmiş insanlarken, Çiller’in de katkılarıyla, ihale DYP’ye kalmış ve MHP’nin iktidar yolu böylelikle açılmıştır. Bugün Çiller Medya Kartelinden şikayet etmektedir, etmektede haklıdır. Çünkü zavallı Profösörümüz aldatılmıştır. Oyuna getirilmiştir. Çillerin ne kadar bu oyunun içinde olduğunu bilmiyorum. Ama öyle abartıldığı kadar olmadığını düşünüyorum.
Bu dönmede yükselen İslam uyanışının iktidara taşınıp, onların iktidarda rezil edilmesi gerekiyordu. Erbakan, aslında islami kesimin en büyük kaybıdır. En basitinden korkaktır. Davasının düzenin boşluklarından yararlanarak büyütmek ister. Pragmatizm en yüksek seviyededir. Örneğin en büyük korkusu hapistir. Hapisten kurtulmak için yaptığı numaralar ve ittifaklar onu önderi olduğu kesimin gözünde bile küçültmüiştür. Oysa Tayyib Erdoğan hapse girerken bile gövede gösterisinde bulunmuş, ve bunu gündemde tutarak, güçlü kalmasını bilmiştir.
28 Şubat bağıra çağıra gelirken, 3 Kasım 1996 akşamı Susurluk’ta çok önemli bir kaza oldu herkesin bildiği gibi. Bu kaza ile bir takım ilişkiler ortaya döküldü. Sanırım kazanın haber merkezine ulaşması ile kaza anı arasında geçen sürede çok fazla telefon trafiği çalıştı. Her türlü senaryo satranç tahtasına yatırılıp, incelendi. Hegemonyaya sahip güç, kararını verdi. Türkiye o arabada olan kişileri kırkbeş dakika içinde öğrendi. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. Bütün ilişkiler ortaya çıktı. İsimler birbiri ardına patladı. Kartel Medya sanki bir yerlerde hazine bulmuştu. Bu kadar haber nasıl oluyordu da bir anda ellerine geçi veriyordu? Üstelik gazete ve televizyon, hem savcı, hem hakim rolü ile yapıyordu bu işi. Sanki o zamana kadar ne yaptıkları bilinmeyen bir sürü isim, suçlanmaya başlandı. İsimler zaten ortada gezen kişilerdi. Mehmet Ağar kaç yıldır bir isim olarak zihinlerimizde? Devlet Güneydoğu’da dokunamadığı aşiretlerin ne yaptığını hiç mi takip etmiyor? Ömer Lütfü Topal ismi herkese çok mu yabancıydı? Burada sayamadığım, gerek de olmayan, şahısların 12 Eylül öncesinden beri devletin hizmetinde olduğunu artık hepimiz öğrenmiş olduk böylece. Pramit tamamlanmıştı. Tamanlanmıştı da aynı Amerikan 1 Dolarının arkasındaki pramit resmi gibi, en uç noktası ile altı arsında bir kesiklik vardı. İşte biz ne kadar merak edersek edelim o kesikliğin üzerindekilere ulaşamıyoruz. Onlar aktör değil. Onlar sahnenin en gerisndeki yönetmen ve senarist. Belki de onu ülke sınırları içinde aramak da yanlış.
Zavallı iktidar sahipleri Erbakan – Çiller Koalisyonu bu olayları savunmak durumunda kalarak iyice yıpranmışlardı. 27 Şubat günü herkes biliyordu ki, ertesi sabah ordu, iktidardan hesap soracaktı. Öylesine bir toplantıydı ki o, Erbakan yerinden kıpırdayamamıştı. MGK bildirisinin imzalanması için gece karanlığına kadar beklemesi gerekmişti. Ama içeriden dışarı sızan haberler, Askerin Erbakan’a öylesi bir belge imzalatmış olduğuydu ki, bu belge ile adı 8 yıllık kesintisiz eğitim olarak ünlenecek ama, bir anlamda iktidara bir uyarı niteliğinde olan muhtıraydı.
Bir yandan Çiller Erbakan’ı zorluyor, başbakanlık sırasının kendisinde olduğuna sıkıştırıyordu. Bu da Çiller’in son manevra hatasıydı. Erbakan Demirel’e istifasını sunarken, kurt politikacı Demirel askerden aldığı işaretle hükümet kurma görevini Çiller’e vermiyordu. Bu da demokrasinin garip bir cilvesiydi. Sonu Ecevit’in 55 milletvekili ile başbakanlığına kadar gidecek bir süreci başlatarak Yılmaz’a dönülüyor ve hükümet için düğmeye basılıyordu.
Yılmaz – Ecevit koalisyonu olan Anasol – D hükümeti bir revizyon hükümetiydi. 1999 seçimleri ile bu hükümete MHP eklenecek ve her türlü kirli işin içinde olan MHP’ye Ahlaki Kapitalizmi kurma görevi verilecekti. Elbette bu senaryonun sahibiy kimse elini sıkmak gerek. Özellikle 1977 yılından sonraki süreç bir traji komik bir hikayedir. Burada bunu dört bölümdür anlatıyoruz.
1998 sonbaharında Devlet bir karar alır. Apo bulunduğu yerden çıkarılacak ve ülkeye getirilecektir. Bunun için Suriye ile savaşmak da gerekse bu yapılacaktır. Demirel, olağanüstü açıklamalar yapar. İnanılmaz. Sonra bölgedeki yanılmıyorsan bir tuğgeneralin açıklamaları. Devlet bir anda tek ses gibi Suriye’ye uyarılar yapar. Genelkurmay savaşa hazır olduğunu açıklar. Suriye böylesi bir savaşı kaldıracak güçte değildir. Zaten Devlet başkanı da hastadır. Yeni bir macera iktidarın kaybı da olabilir. Burada buzdağının üstünde olan şeyleri konuşuyoruz. Altında olup bitenlerle şimdilik ilgilenmiyoruz. Türkiye bir anda tüm batı ülkelerini de arkasında bulur nedense? Sonra Apo’nun sonu Kenya’da bitecek yolculukları başlar. Önce Rusya, oradan, Yunanistan, sonra tekrar Rusya, sonra kısa bir süre tüm dünyanın gözleri önünde İtalya. İtalya başbakanı bir anda ne yapacağını bilemez bir duruma düser. Böylesi bir adamı Türkiye’ye herkesin gözleri önünde teslim etmek mümkün değildir. Dalema bu davranışı yüzünden Türkiye’de istenmeyen adam ilan edilir ama, Apo’nun her hangi bir Avrupa devletinden Türkiye’ye iadesi mümkün değildir. Avrupa en küçük bir siyasi sığınma talebini bile onaylamışken Apo’yu terk etmesi mümkün değildir. Ama Türkiye’yi de bu durumda bırakmak olmazdı. Yine Türkiye’nin can düşmanı Yunanlılar devreye girerler. Ne alakaysa, Yunan dış işleri bakanı bir anda Apocu kesilir. Simitis sonradan harcanacaktır. Belki de harcanması için daha önceden bir infaz emri de almıştı. Kim bilir? Türkiye neden u kadar kararlıydı? Avrupa neden geri adım attı? Neden 15 sene beklendi? Çillerin 1994 yılındaki hamlesini kim neden engelledi? Bunlar hep sorulacak sorular? Elbet bir gün cevap alacağız.
55 milletvekilli Ecevit seçim hükümet ile Apo’yu Türkiye’ye getirme başarısına sahip olur. Bu kez tamamdı. 1974’de Kıbrıs’ı kurtarmasına rağmen, başbakanlığını koruyamamıştı. Ama Apo onun iki ay sonraki seçimlerine iyi bir propoganda malzemesi olmuştur.
Seçim sonuçları önceden kesitirilebiliyordu. Bu nedenle IMF ile masaya oturulmuştu. Kararlar alınmış, Türkiye’yi Ahlaki Kapitalizme taşıyacak süreç başlatılmıştı. Seçimde tek sürpriz MHP oldu. Anap’ın oy kaybı ise beklenmedikti. Ama bir gerçek vardır ki o da ABD’nin Yılmaz’ı gözden çıkardığıdır. Beyaz Enerji – Mavi Enerji Dosyaları ile Yılmaz bugün yerinden kalkamayacak kadar sarsılmıştır.
Bu uyumlu koalisyon hükümeti, Avrupa ile tam entegrasyonu sağlayacak bir hükümet programı ile ortaya çıkmıştır. Hedef bellidir. Avrupa’da Türkiye’nin temizlenmeden içeri girmesini istemiyordu. Ecevit Avrupa’ya bu sözü yardım karşılığı aldı. Deprem bile Türkiye’yi yolundan çevirmedi. Alınan olağanüstü yardımlar. Destekler. ABD başkanının ziyareti, hükümetin gücüne güç kattılar. Üç ay sonra Ecevit Helsinki’de Avrupa’ya tam üyelik için aday ülke kararına imza atarken, aile fotoğrafının en öne safında gülümsüyordu, beni buralara çıkaranlara dualar eder gibi.
Ahlaki kapitalizmin önünde duran en büyük engel de, devletin en tepesindeydi. Onun ilişkileri eski düzenin devamı niteliğindeydi. Ecevit de ondan çok memnundu. Kader arkadaşıydı. Bu ülkeyi beraber inşa etmişlerdi. Kime ne söz verdiyse verdi Demirel’i böyle bırakamazdı. Demirel de belki bir takım sözler verdi. Ama yine de yeni olan şey zorluyordu. Yeni düzen, Demirel’i istemiyordu. Anayasa ihlallerine rağmen Demirel yerinde kalamadı. Yerine geçecek isim de bence bu yeni düenin arayıp da bulamayacağı bir tipdi. Ahlaki Kapitalizme “cuk” oturdu.
Demirel’in Güniz Sokağa çekilmesi ile birlikte, “Temizeller” her tarafa el attı. Önce yeğen tutuklandı. Sonra Demirel’e yakınlığıyla bilinen bir sürü insan. Bankaları soyanlar teker teker içieri alındı. Bunlar patron ellerine kelepçe vurulumaz lafları bile arada kaynadı. Bunlar patron değildi. Ne kadar gizlense de bunlar hırsızdı. Üstelik “nitelikli hırsız” kanunda her zaman tanımı olan ama bir türlü öznesi bulunamayan tanımlama.
PKK bitirilmişti. Uyuşturucu ticareti sonlandırılmaya çalışılıyordu. Devleti soyma döneminin önüne geçilecekti. Açık hesap kredi yoluyla zenginleşmeye izin verilmeyecekti. Kapitalizm yeni bir şekil alacaktı. Bu şekil, Avrupa’nın istediği şekildi.
Bu bölüm için son bir paragraf açmak istiyorum. Her şeye rağmen seçilmiş milletvekillerinin bu ahlaki kapitalizm tanımına uymadığını düşünüyorum. Ama Türkiye’nin bir kaç yılda değişmesi elbette beklenemez.
Melih Arsun
Özellikle Çiller ve ekibinin iktidarda olduğu 1993 ve 1997 arasındaki yıllar yer altı örgütlenmelerinin, çeteleşmenin, silah ve uyuşturucu ticaretinin yoğunlaştığı dönemdir. Bu yıllarda daha önce de belirttiğimiz gibi PKK bölgeye hakim bir görüntü çizmeye başlamış, bölge ile ilgili haberlerin gazete ve televizyondan yayınlanmasına kısıtlamalar getirilmiş, bir anlamda ‘orada’ ne olduğundan kimsenin bilgisinin olmamasına çalışılmıştır. Özel Timin kurulması ve bu timin yaptığı eylemlerin çeşidi konusunda bilgimiz hala sınırlıdır. Bu timin kurucusu ve yöneticisi olarak Susurluk Davasında adı çıkan kişi ve kişilerin ilişkileri karanlıktır. Cem Ersever, Yeşil gibi kişilerin ne adına ve kim için çalışmaya başladıkları ve ne tür faaliyetler sürdürmüş olduğunu çok sınırlı bilgilerle bilebiliyoruz. Bu dönem insanların sokak ortasında kolaylıkla öldürülebildiği, kaçırılıp, ortadan kaldırıldığı, ve bir daha haber alınamadığı, çete ve örgütlerin bir takım olaylar çıkardığı bir dönem. 1995 Gazi Mahallesi olayları...
Kişiliğini ve yapısını bildiğimiz Abdullah Çatlı’nın bu kez elinde resmi evraklarla ortada dolaştığına şahit oluyoruz. Adamcağız, hepimiz gibi bir aile kuruyor. Herkes gibi arkadaşlarının düğünlerine katılıyor. Sevgili ediniyor. Belinde silahı ile, olmadık yerlerde ateş ediyor. Halk ayaklanması çıkarıyor... Bu kilit isim simgesel de olsa Türkiye’deki kapitalizmin şeklini değiştirmiştir. Abdullah Çatlı dönemi ki bu 1977 ce 1996 arasını kapsar, bizim için çok karanlık bir dönemdir. Bugün bu dönemi ortaya çıkaracak bir adam, bir gazeteci aranmaktadır. Doğan Medya Grubuna bağlı bir takım popüler kişiliklerin konuya ait yazdığı kitaplar konuyu ortaya sermektense, bir anlamda gizlemeye ve şekil değiştirmeye yöneliktir. Konu hakkında sivri laflar edenler de ya duyurulmamakta ya da yeterince konuşturulmamaktadır. Örneğin çok iyi bir haberci görünümündeki Ali Kırca, Siyaset Meydanı adlı programında bu konuları incelemiş, ama, gerçeklerin ortaya dökülmesine yönelik konuşmalar ortaya çıktığında müdahalelerle konuşanları susturmuştur. Örneğin Talat Turhan’ı yeterince konuşturmamıştır. Programa çağrılan kişilerin büyük bölümünün bu çıkar ilişkilerinin içinde olmadığının öncelikle kanıtlanması gerekmektedir.
Yine bu dönemde ismi geçen kişiliklerin MHP bağlantısı ortadayken ve o kültürün içinde yetişmiş insanlarken, Çiller’in de katkılarıyla, ihale DYP’ye kalmış ve MHP’nin iktidar yolu böylelikle açılmıştır. Bugün Çiller Medya Kartelinden şikayet etmektedir, etmektede haklıdır. Çünkü zavallı Profösörümüz aldatılmıştır. Oyuna getirilmiştir. Çillerin ne kadar bu oyunun içinde olduğunu bilmiyorum. Ama öyle abartıldığı kadar olmadığını düşünüyorum.
Bu dönmede yükselen İslam uyanışının iktidara taşınıp, onların iktidarda rezil edilmesi gerekiyordu. Erbakan, aslında islami kesimin en büyük kaybıdır. En basitinden korkaktır. Davasının düzenin boşluklarından yararlanarak büyütmek ister. Pragmatizm en yüksek seviyededir. Örneğin en büyük korkusu hapistir. Hapisten kurtulmak için yaptığı numaralar ve ittifaklar onu önderi olduğu kesimin gözünde bile küçültmüiştür. Oysa Tayyib Erdoğan hapse girerken bile gövede gösterisinde bulunmuş, ve bunu gündemde tutarak, güçlü kalmasını bilmiştir.
28 Şubat bağıra çağıra gelirken, 3 Kasım 1996 akşamı Susurluk’ta çok önemli bir kaza oldu herkesin bildiği gibi. Bu kaza ile bir takım ilişkiler ortaya döküldü. Sanırım kazanın haber merkezine ulaşması ile kaza anı arasında geçen sürede çok fazla telefon trafiği çalıştı. Her türlü senaryo satranç tahtasına yatırılıp, incelendi. Hegemonyaya sahip güç, kararını verdi. Türkiye o arabada olan kişileri kırkbeş dakika içinde öğrendi. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. Bütün ilişkiler ortaya çıktı. İsimler birbiri ardına patladı. Kartel Medya sanki bir yerlerde hazine bulmuştu. Bu kadar haber nasıl oluyordu da bir anda ellerine geçi veriyordu? Üstelik gazete ve televizyon, hem savcı, hem hakim rolü ile yapıyordu bu işi. Sanki o zamana kadar ne yaptıkları bilinmeyen bir sürü isim, suçlanmaya başlandı. İsimler zaten ortada gezen kişilerdi. Mehmet Ağar kaç yıldır bir isim olarak zihinlerimizde? Devlet Güneydoğu’da dokunamadığı aşiretlerin ne yaptığını hiç mi takip etmiyor? Ömer Lütfü Topal ismi herkese çok mu yabancıydı? Burada sayamadığım, gerek de olmayan, şahısların 12 Eylül öncesinden beri devletin hizmetinde olduğunu artık hepimiz öğrenmiş olduk böylece. Pramit tamamlanmıştı. Tamanlanmıştı da aynı Amerikan 1 Dolarının arkasındaki pramit resmi gibi, en uç noktası ile altı arsında bir kesiklik vardı. İşte biz ne kadar merak edersek edelim o kesikliğin üzerindekilere ulaşamıyoruz. Onlar aktör değil. Onlar sahnenin en gerisndeki yönetmen ve senarist. Belki de onu ülke sınırları içinde aramak da yanlış.
Zavallı iktidar sahipleri Erbakan – Çiller Koalisyonu bu olayları savunmak durumunda kalarak iyice yıpranmışlardı. 27 Şubat günü herkes biliyordu ki, ertesi sabah ordu, iktidardan hesap soracaktı. Öylesine bir toplantıydı ki o, Erbakan yerinden kıpırdayamamıştı. MGK bildirisinin imzalanması için gece karanlığına kadar beklemesi gerekmişti. Ama içeriden dışarı sızan haberler, Askerin Erbakan’a öylesi bir belge imzalatmış olduğuydu ki, bu belge ile adı 8 yıllık kesintisiz eğitim olarak ünlenecek ama, bir anlamda iktidara bir uyarı niteliğinde olan muhtıraydı.
Bir yandan Çiller Erbakan’ı zorluyor, başbakanlık sırasının kendisinde olduğuna sıkıştırıyordu. Bu da Çiller’in son manevra hatasıydı. Erbakan Demirel’e istifasını sunarken, kurt politikacı Demirel askerden aldığı işaretle hükümet kurma görevini Çiller’e vermiyordu. Bu da demokrasinin garip bir cilvesiydi. Sonu Ecevit’in 55 milletvekili ile başbakanlığına kadar gidecek bir süreci başlatarak Yılmaz’a dönülüyor ve hükümet için düğmeye basılıyordu.
Yılmaz – Ecevit koalisyonu olan Anasol – D hükümeti bir revizyon hükümetiydi. 1999 seçimleri ile bu hükümete MHP eklenecek ve her türlü kirli işin içinde olan MHP’ye Ahlaki Kapitalizmi kurma görevi verilecekti. Elbette bu senaryonun sahibiy kimse elini sıkmak gerek. Özellikle 1977 yılından sonraki süreç bir traji komik bir hikayedir. Burada bunu dört bölümdür anlatıyoruz.
1998 sonbaharında Devlet bir karar alır. Apo bulunduğu yerden çıkarılacak ve ülkeye getirilecektir. Bunun için Suriye ile savaşmak da gerekse bu yapılacaktır. Demirel, olağanüstü açıklamalar yapar. İnanılmaz. Sonra bölgedeki yanılmıyorsan bir tuğgeneralin açıklamaları. Devlet bir anda tek ses gibi Suriye’ye uyarılar yapar. Genelkurmay savaşa hazır olduğunu açıklar. Suriye böylesi bir savaşı kaldıracak güçte değildir. Zaten Devlet başkanı da hastadır. Yeni bir macera iktidarın kaybı da olabilir. Burada buzdağının üstünde olan şeyleri konuşuyoruz. Altında olup bitenlerle şimdilik ilgilenmiyoruz. Türkiye bir anda tüm batı ülkelerini de arkasında bulur nedense? Sonra Apo’nun sonu Kenya’da bitecek yolculukları başlar. Önce Rusya, oradan, Yunanistan, sonra tekrar Rusya, sonra kısa bir süre tüm dünyanın gözleri önünde İtalya. İtalya başbakanı bir anda ne yapacağını bilemez bir duruma düser. Böylesi bir adamı Türkiye’ye herkesin gözleri önünde teslim etmek mümkün değildir. Dalema bu davranışı yüzünden Türkiye’de istenmeyen adam ilan edilir ama, Apo’nun her hangi bir Avrupa devletinden Türkiye’ye iadesi mümkün değildir. Avrupa en küçük bir siyasi sığınma talebini bile onaylamışken Apo’yu terk etmesi mümkün değildir. Ama Türkiye’yi de bu durumda bırakmak olmazdı. Yine Türkiye’nin can düşmanı Yunanlılar devreye girerler. Ne alakaysa, Yunan dış işleri bakanı bir anda Apocu kesilir. Simitis sonradan harcanacaktır. Belki de harcanması için daha önceden bir infaz emri de almıştı. Kim bilir? Türkiye neden u kadar kararlıydı? Avrupa neden geri adım attı? Neden 15 sene beklendi? Çillerin 1994 yılındaki hamlesini kim neden engelledi? Bunlar hep sorulacak sorular? Elbet bir gün cevap alacağız.
55 milletvekilli Ecevit seçim hükümet ile Apo’yu Türkiye’ye getirme başarısına sahip olur. Bu kez tamamdı. 1974’de Kıbrıs’ı kurtarmasına rağmen, başbakanlığını koruyamamıştı. Ama Apo onun iki ay sonraki seçimlerine iyi bir propoganda malzemesi olmuştur.
Seçim sonuçları önceden kesitirilebiliyordu. Bu nedenle IMF ile masaya oturulmuştu. Kararlar alınmış, Türkiye’yi Ahlaki Kapitalizme taşıyacak süreç başlatılmıştı. Seçimde tek sürpriz MHP oldu. Anap’ın oy kaybı ise beklenmedikti. Ama bir gerçek vardır ki o da ABD’nin Yılmaz’ı gözden çıkardığıdır. Beyaz Enerji – Mavi Enerji Dosyaları ile Yılmaz bugün yerinden kalkamayacak kadar sarsılmıştır.
Bu uyumlu koalisyon hükümeti, Avrupa ile tam entegrasyonu sağlayacak bir hükümet programı ile ortaya çıkmıştır. Hedef bellidir. Avrupa’da Türkiye’nin temizlenmeden içeri girmesini istemiyordu. Ecevit Avrupa’ya bu sözü yardım karşılığı aldı. Deprem bile Türkiye’yi yolundan çevirmedi. Alınan olağanüstü yardımlar. Destekler. ABD başkanının ziyareti, hükümetin gücüne güç kattılar. Üç ay sonra Ecevit Helsinki’de Avrupa’ya tam üyelik için aday ülke kararına imza atarken, aile fotoğrafının en öne safında gülümsüyordu, beni buralara çıkaranlara dualar eder gibi.
Ahlaki kapitalizmin önünde duran en büyük engel de, devletin en tepesindeydi. Onun ilişkileri eski düzenin devamı niteliğindeydi. Ecevit de ondan çok memnundu. Kader arkadaşıydı. Bu ülkeyi beraber inşa etmişlerdi. Kime ne söz verdiyse verdi Demirel’i böyle bırakamazdı. Demirel de belki bir takım sözler verdi. Ama yine de yeni olan şey zorluyordu. Yeni düzen, Demirel’i istemiyordu. Anayasa ihlallerine rağmen Demirel yerinde kalamadı. Yerine geçecek isim de bence bu yeni düenin arayıp da bulamayacağı bir tipdi. Ahlaki Kapitalizme “cuk” oturdu.
Demirel’in Güniz Sokağa çekilmesi ile birlikte, “Temizeller” her tarafa el attı. Önce yeğen tutuklandı. Sonra Demirel’e yakınlığıyla bilinen bir sürü insan. Bankaları soyanlar teker teker içieri alındı. Bunlar patron ellerine kelepçe vurulumaz lafları bile arada kaynadı. Bunlar patron değildi. Ne kadar gizlense de bunlar hırsızdı. Üstelik “nitelikli hırsız” kanunda her zaman tanımı olan ama bir türlü öznesi bulunamayan tanımlama.
PKK bitirilmişti. Uyuşturucu ticareti sonlandırılmaya çalışılıyordu. Devleti soyma döneminin önüne geçilecekti. Açık hesap kredi yoluyla zenginleşmeye izin verilmeyecekti. Kapitalizm yeni bir şekil alacaktı. Bu şekil, Avrupa’nın istediği şekildi.
Bu bölüm için son bir paragraf açmak istiyorum. Her şeye rağmen seçilmiş milletvekillerinin bu ahlaki kapitalizm tanımına uymadığını düşünüyorum. Ama Türkiye’nin bir kaç yılda değişmesi elbette beklenemez.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home